6 Şubat 2023 yılında on bir ilimizi etkileyen büyük deprem felaketinin üzerinden bir yıl geçti. On binlerce insanımız öldü, sakat kaldı, yakınlarını, ev ve işyerlerini kaybetti. Geçen süreye rağmen barınma, eğitim, sağlık ve güvenlik sorunları çözülemedi. Tarihi yapılarla birlikte 35 bin binanın yıkıldığı, 300 bin binanın ağır hasar aldığı, 2 milyon kişinin barınma sorunu yaşadığı, 5 milyon kişinin göç ettiği, 700 bine yakın insanın geçim olanaklarını kaybettiği istatistiksel bir gerçektir.
İnsan onurunun korunması, haysiyetli ve mutlu bir yaşam sürmesi için temel ihtiyaçlarının sağlanmış olması yanı sıra, kendini gerçekleştirebilecek ortamların da yaratılması, anlamlı bir yaşamın olmazsa olmazıdır. İnsan onuru kavramı, anayasal bir kavramdır. İnsan haysiyeti denilince, her şahsın dokunulmaz, devredilmez, kişiliğin ayrılmaz parçası, en yüksek akli, ahlaki ve etik değerleri akla gelir. İnsan, hem hukukun hem de devletin temelidir ve insan onurunu korumak devletin temel görevlerindendir. O halde devlet, depremzedelerin başta barınma olmak üzere tüm ihtiyaçlarını insan onuruna layık olacak şekilde ve ivedilikle karşılamak zorundadır. Yine, devlet doğal afetlerden önce bilimsel gerçeklere uygun tedbirleri almak, deprem sonrasında insan onuruna uygun bir yaşamın inşası için gerekli faaliyetleri yapmak zorundadır.
Bilimsel ve hukuksal verileri dikkate almayan kentleşme politikalarıyla, etkili denetim yapılmaması ve yasaya uygun olmayan fiili iş ve işleyişler nedeniyle doğal afet, toplumsal bir felakete yol açmış, depremin etkisi katlanmıştır. Bölgede depremin yaşanabileceği uzmanlar tarafından defalarca raporlaştırılmışken deprem öncesinde yapılması gereken önlemler alınmamıştır. Her şeyden evvel fay hattı üzerinde yapılaşmanın olmaması gerekirdi. Plansız, yasalara ve bilimsel verilere aykırı yapılaşmalara izin verilmesi, denetimlerin olmaması, toplanma alanlarının imara açılması gibi yanlışlar kayıpların artmasına sebep olmuştur. Merkezi idare ve yerel idareler, depremde gerekli koordinasyonu sağlayamamış, acil müdahaleleri yapamamıştır. İdarece; odalar, dernekler ve STK’larla iş birliği ve organizasyon sağlanamamış, yeterli personel temin edilememiştir.İnsan eliyle, gereken önlemlerin alınmaması nedeniyle bir doğa olayı afete dönüşmüştür. ‘Deprem değil bina öldürür’ ifadesi slogan değil bilimsel bir gerçektir.
Deprem sonrasında temel ihtiyaçlara ulaşım için gerek elektrik, su ve kanalizasyon altyapısı tamamlanmamıştır. Çadırlarda ve konteyner kentlerde sel ve yangın gibi kazalar yaşanmaktadır. Öyle ki, barınma sorunu çözülmediğinden insanlar zorunlu olarak hasarlı evlerine girmek zorunda kalmaktadır. Zorunlu olarak göç edenlerin tekrar kentlerine dönmesi için gereken destek de sağlanmamaktadır. Şehirlerde kalacak ev bulunamamakta ve kiralar fahiş boyutlara varmaktadır.
Geçen bir yılda, geçici ve kalıcı deprem konutları teslim edilememiştir. Depremzedelere verilecek geçici yapılaşmanın da nitelikli olması gerekir. İmar faaliyetleri için bir araç haline gelen TOKİ, dar gelirlilere ekonomik yapılar yapma amacından çıkıp, arazilerin bedelsiz kamulaştırıldığı, pahalı, tek tip, dekor binalar üreten bir yapıya dönüşmüştür. Sermaye gruplarına orantısız kazanç sağlamaktan uzaklaşılmalı, insanlara nitelikli yaşam sürecekleri yapılar inşa edilmelidir. Yeşil alanlara, ormanlara, yaşam alanlarına ve kentin tarihi yapısına zarar verilmeksizin depremzedelere acil çözümler getirecek planlı bir yapılaşma bugüne kadar sağlanamamıştır.
Deprem sonrası enkazdan çıkan moloz ve hafriyat kaldırılırken, taşınırken, döküm sahalarına dökülürken fazlaca toz kirliliği meydana gelmiş, kentlerde, yalıtım malzemesinden kaynaklanan asbeste maruz kalınmıştır. Kimyasal maddeler hava ve su kaynaklarına karışmış, ortaya çıkan su kirliliği, hava kirliliği, toprak kirliliği ve devasa atıklar insanları ve tüm canlıları etkiler boyuta gelmiştir. Suyun kirlenmesi ve havaya salınan kimyasalların salgınlara ve sağlık sorunlarına yol açacağı malumdur. Bunlara karşı ve bilim insanlarının uyarılarına rağmen çevresel sağlık tedbirleri alınmamıştır. Halen, temiz suya ulaşım, hijyen ve temiz yaşam alanlarının sağlanamaması en acil sorunlardandır. Ayrıca artçı depremlerin sürdüğü bölgede sanayi tesislerinde olabilecek sızıntı yangın ve kimyasal atıklar için ne gibi önlem ve çalışma yapıldığı belirsizidir.
Deprem nedeniyle yiten canların ve anıların yanı sıra kentler ve tarihi yapılar da yıkıma uğramıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı kayıtlarına göre 50’ye yakın tarihi yapı hasar görmüş, tarihi merkezlerin alt üst olmasının yanı sıra, bazı kilise, cami ve sinagoglar da ağır hasar almıştır. Kentteki kültürel mirasın ve tarihsel dokunun korunması, yerellik ve öznellik unsurlarına önem verilmesi, insan onurunun bir parçasıdır. Depremden önce tarihi yapıların korunmaması, yeni tadil edilen yapıların depremden sonra yıkılması izaha muhtaçtır.
Tarihi yapılar kent insanının gündelik hayatlarını sürdürdükleri aktif alanlardır. İç içe geçmiş insanlık ve kültürel miras birbirinin tamamlayıcısı konumundadır. Mekânı ve insanı birbirinden uzaklaştırıp ayrı değerlendirmek kültürel hafızaya da zarar verecektir. ‘’Fiziki yapının ortadan kaldırılması ile insanların çevreleriyle olan ilişkileri ortadan kalkar. Çünkü kentler mekânsal hafızasıyla geleceğe izler taşıyabilir eğer bu yok edilirse toplumun aidiyet duygusu da zedelenir.’’ Yıkılan şehirlerin yeniden inşasında halkın mahallesini ve tarihsel hafızasını korumak isteğine kulak verilmelidir.
Bunca mağduriyet yaşayan bir halk, maalesef başını kaldırıp yasal haklarını arama konusunda uğraşabilecek bir noktaya dahi gelememiştir. Riskli alan, rezerv alan, yerinde dönüşüm, hak sahipliği gibi kavramların tartışıldığı ama halkın ihtiyaçlarını ne denli karşıladığının tam bir muamma haline geldiği kavramlar, halkı belirsizliğe ve kargaşaya sürüklemektedir.
Sonuçta; devletin, deprem konusunda, öncesinde, sırasında ve sonrasında bilimsel, somut, samimi bir çözüm iradesinin ve çabasının olmadığı görülmektedir. Yapılanlar ve yapılmayanlara bakıldığında bölgede yaşananların devlet tarafından ‘mesele’ edilmediği, depremzedelerin yaşadığı felaketin umursanmadığı, halkın kaderine terk edildiğini görüyoruz.
Öncesinde alınması gereken tedbirlerin, uzmanların ısrarlı uyarılarına rağmen alınmadığı, ön hazırlıkların yapılmadığı, deprem sırasında gerekli koordinasyonun sağlanmadığı zamanında müdahaleye gelinmediği, devletin yardım ulaştırmadığı, ulaşanların ise gereği gibi dağıtılmadığı, arama kurtarma ekiplerinin koordine edilmemesi nedeniyle altın saatlerin harcandığı ve ölümlerin artmasına sebebiyet verildiği, yurtiçi ve yurtdışından gelenlerin, vermeye çabaladığı yardımlardan depremzedelerin yararlandırılmadığı, göçük altında kalanlara ekipman, personel, jeneratör, araç gereç ile zamanında müdahale edilmediği, GSM operatörlerinin özel iletişimi kestiği, elektrik sağlanamadığı, göz göre göre kayıpların artmasına sebebiyet verecek ağır bir hizmet kusurunun bulunduğu, Sonrasında ise, sunulması gerekli hizmetlerin layıkıyla verilmediği, normal yaşam koşullarına dönülmesini sağlayacak tedbirlerin alınmadığı, tam tersine felaketten ticari rant elde edilmeye dahi çalışanların olduğu, toplanan nakdi ve ayni yardımların şeffaf eşit ve adil dağıtımının sağlanmadığı, bir yıl dolmasına rağmen konut, sigorta bedeli ve gerekli yardımların bürokratik işlemlerinin tamamlanmadığı, kamu kurumlarında yetkililerin istifa etmediği, sorumluların yargı önüne çıkartılmadığı, bireysel hak kayıplarının yaşandığı, baştan beri gerekli iş ve işlemlerin yapılmayarak halkın afet sonrasında ağır sorunlar yaşamasına sebebiyet verildiği somut tespitlerdir. Ülkemizin deprem hattında bulunmasına, yurttaşlardan deprem verileri toplanmasına rağmen, hala halkı bilgilendirici ve önleyici çalışmalar ile kapsamlı bütüncül bir eylem planı yoktur. Kısacası enkazın altında kalan esasen bu çağ dışı sistemin ta kendisidir.
Depremin 1. yılında, kaybettiklerimize Allah’tan rahmet, kalanlara sağlık ve sabır diliyoruz. Yetkili kişi kurum ve kuruluşların; deprem bölgesine ve depremzedelere dil, din, ırk, siyasi görüş sebebi ile ve her ne ad altında olursa olsun en küçük bir ayrımcılık yapılmaksızın acilen gerekli yardımları yapmasını, anayasa ve yasalardan kaynaklı görevlerini tam olarak yerine getirmesini bekliyoruz. Yargı süreçlerinin aciliyet kazanmasını ve sorumluların yargı önünde hesap vermesini talep ediyoruz.
İstanbul Barosu
Çevre Kent ve İmar Hukuku Komisyonu